30 Ekim 2006 Pazartesi

Her Yıl Çanakkale 06

sadece gezi fotoğraflarına bakmak isteyenler için link: http://picasaweb.google.com/leylegihavadagorunce/CanakkaleAsos#

bazı yerler vardır tılsımlı gibi.ufaktır,düzenlidir,ekonomiktir.yapacak şey kısıtlı ama ne ararsanızda vardır.lokasyonu iyidir.'emekli olsam da gelsem yaşasam yada ne güzel be burada memur olcan' dersiniz.işte Çanakkale öyle yerlerden.



bir çok tatil yerlerine yakınlığı,doğası ve havasıyla herkese hitap eder.ailemizin bir bölümüde burada yaşıyor.bir ayağımız buralarda.çok az zamanlarda civarı gezmek için vaktimiz olmuştur ama gezebildiğimiz kadarıyla bir yanlışı yok çanakkalenin.


truva içler acısı bir halde.lütfen okuyan arkadaşlar samimiyetime güvenin 'buralara kadar geldik,bilet fiyatı biraz fazlaymış.yinede gireyim demeyin' girmeyin.biliyorum tarih düşmanı gibi algılanacağım.umurumda değil.truva'da bir şey yok.her şey gerek güzel devletimin titizliğinden gereksede güzide insanlarımızın girişimleri ile Almanyalara çoktan gitmiş.hatta utanmadan da yazıyorlar 'bu alanda çeşme vardı.şimdi almanya'nın bilmem ne kentinde sergilenmekte' diye.adres vermiş amcalar bir de.sinirleriniz bozulur,boşuna küfür edersiniz.cebinizden de hiç hak etmediği kadar çok para harcarsınız.at cazip gelebilir.bildiğiniz ahşam büyük bir at.hiç bir numarası yok.

buralarda öyle saklı bir cennet varki bence bin kere gitmeye değer.asos'dan bahsediyorum.imkanınız varsa bir haftanızıda harcayın burada.ekonomik,denizi güzel.yolları biraz virajlı.beni tedirgin etmişti.güzel balık yiyin.tekne ile açılın.

Asos'a ayrıca gittiğimde söz veriyorum yazısını yazacağım.





bölgeden mutlaka zeytin ve türevlerinden alın.kolay kolay kazıklanmazsınız.



çanakkale'den sık sık bahsedeceğim.2003-2006 yılları arasındaki resimler donanım eksikliğinden oldukça kalitesiz ve gereksiz şeylerle dolu.o yüzden o yıllardaki resimleri arajman halinde yayınlamayı uygun gördüm.ama ilk fırsatta telafi edeceğim.

not:picassa ve yazı için resim araştırırken o yıllardaki tombul yanak,şişko halimle çektirdiğim yandaki fotoğrafımı buldum.iftihatla sunuyorum.78 kg. da romen güreşçi görünümündeki kişi benim.

22 Ağustos 2006 Salı

Olimpos Kaçamağı Ağustos 06

Olimpos ve civarı için genelde yaş ortalamasının çok küçük olduğu,farklı düşünen insanların ekonomikliğinden dolayı tercih ettiğini,hatta yaşınız ortalara yakın yada geçkin ise önerilmeyen yerlerden olduğunu söylerler.

ne olacak şimdi şahsımız için demiyorum allaha şükür hala genciz ama gençliğinde buraları keşfedememiş insanlar bu cennetten mahrum mu ölecek.

gece yarısı Antalya havaalanından Olimpos'a geçerken,bir yandan gırtlağınıza sarılmış düşmanınız gibi hissedeceğiniz sıcağa alışmaya çalışırken bir yandan da istemsiz şekilde dağlardaki ağaçların gerçekten maki olup olmadığını anlamaya çalışıyorum.

bu sürpriz hafta sonu kaçamağı bize,eşine ve kendine,bir yakınımızın hediyesi ve otel seçimi ruhu dinlendiren,arındıran türden tavus kuşu sembollü olimpos lodge.sonraları bu oteli düşündüğümde aklıma nedense hafif rüzgarda uçuşan şerit şerit tüllerin içinden,uzun beyaz elbise giymiş,yalın ayak,başında çiçeklerden taç olan bir genç kız sahnesi geliyor.filmlerde olan yavaş çekimle zihnimin bir yerinden giriyor ağaçlar arasından kayboluyor.işte otel sizi normal hayatınızdan alıpda ruhlar alemine sürükleyebilir.hazırlıklı olun.

Olimpos'a özgü ağaç evlerde cüzzi fiyatlarıyla ilgi çekici.

denizine diyecek yok.sırtınızda ormanlarla kaplı dağ,karşınızda uçsuz bucaksız mavilik.dal,çık,yat,yuvarlan burası kaçıp da saklanacağınız Leonardo DiCaprio'nun oynadığı 'The Beach-kumsal' filmindeki gizli yer adeta.

akşam yanartaş denilen bir yeri var ki akıllardan hiç çıkmayacak bir tecrübe sizi bekliyor orada.buralarda bir hafta falan geçirme imkanımız olsa her akşam şarabımızla bizi bulacağınız yer burası olurdu.
olimpos'dan döndükten sonra çıralıya gitmemiş ama ne olduğunu az çok bilen birinden izlenimlerini dinledim.şöle diyor 'aman işte kayalar varmış,aralarından ateş çıkıyormuş,ne ki o öyle'.aman ne güzel.dünyanın her yerinden insanlar,bu nadir olayı görmek için koşsun gelsin,yukarıda ayin gibi yanında sevgilileri,şarapları ay ışığında huzuru yakalasın benim romantizmden zerre nasibini almamış yurdum insanım 'aman ne ki o öyle' diye yorum yapsın.sonra da biz niye gelişemiyoruz,biz niye zevk alamıyoruz.işte bu yüzden.tatil diyince kuma gömüp romatizma tedavisi anlayan zihniyetten daha ne bekliyorsunuz.

yanartaş kanatlı at Pegasus'un ateş soluyan düşmanı Kimera'yı ölürdüğü yer olarak da mitolojide yer alır.Hâlâ yanmakta olan ateşin öldürülen canavarın ağzından çıkan alevler olduğu söylenegelmiş.olimpiyat ateşininde buradan alındığı efsanesi vardır.Yaz kış yanan bu ateşin aslı yeraltı kaynaklarından dışarı sızan doğal metan gazıdır ve gecenize bambaşka bir güzellik katar.

gece vakti,orman içinden,el fenerleriyle,uzun merdivenlerden tırmanarak gidiliyor yanar taşa.bir kayanın üzerine oranızı buranızı yakmadan yanınızda getireceğiniz sucukları kızartıp yiyebilirsiniz.şarabınızı içebilirsiniz.denize yakınlığından dolayıda manzaranız daha bir doyumsuzluğa ulaşır.

Olimpos etrafında görebileceğiniz Adrasan ve Fasilis antik kenti yine denize girebileceğiniz görmeden dönmemeniz gereken yerlerden bazıları.


biz bu tatil için iki gün ayırdığımızdan dolayı son dakikasına kadar hiç durmadan gezdik,yüzdük,yedik.tadı damağımızda kaldı doyamadık.

gitmeyi düşünen herkese tavsiye ederim

şimdi gelelim 'neden bu yazıda yada picassa'da fotoğraf yok?' sorusunun cevabına:o zamanlar elimnizdeki makina o kadar kötüymüş ve biz o kadar acemimişiz ki yüklemeye değer bir fotoğraf bulmak çok zor.ama sözüm olsun sırf fotoğraf için tekrar gideceğim...

14 Ağustos 2006 Pazartesi

Şuan ve geçmiş için Bozcaada 06

sadece gezi fotoğraflarına bakmak isteyenler için link: http://picasaweb.google.com/leylegihavadagorunce/Bozcaada#

Bozcaada sınırları aşmak demekti benim için.aileden bağımsız,hep kafamda olupda bir türlü parayı bulupda gidemediğim,her yıl gidilecek yerler listesinde olupda gidilemeyen yerlerdendi.


evlilik benim gibiler için birazda özgürleşmek demek.işte bu tatilde bunun ispatı oldu.

2003 yılı Bozcaada'yı ilk keşfedişimiz oldu.cebimizde fazla paramız olmadığından averaj bir yerde kaldık.bir gece ekonomik yeme içme alternatiflerini değerlendirdik,bir gece rakı balık yaptık.böylece Bozcaada şarabını ne ağzımıza ne de bavulumuza koyamadan döndük.ama nefis üzümlerinden bol bol yedik.para yoktu alamadık işte.

denize girmek için ayazma gibi bilindik yerleri var fakat AKVARYUM KOYU diye bir mevkiisi var ki kalabalıktan uzak,özgürce yüzüp güneşlenebilirsiniz.burada kalabalık olmadığından çok çeşitli balıkları yüzerken yakınınızda görebilirsiniz.şemsiyeniz ve buzdolabınız varsa güneş batana kadar ayrılmayın buradan.




Bozcaada'ya son gidişimizde RENGİGÜL KONUKEVİ'nde kaldık.şehrin içindeki pansiyon adeta bir müze gibi.odalardaki ve koridorlardaki eşyalar o kadar çok ve çeşitli ki hayranlıkla bakıp en ilgincini seçmeye çalışırken bulabilirsiniz kendinizi.Pansiyon sahibi Özcan hanım çok samimi ve misafirperver biri.akşam yemeği için ucuz ve güzel yerlerin adreslerini vererek misafirlerinin keselerinide düşünecek kadar ince.

Bozcaada şarap memleketi malum.bizim tercihimiz ÇAMLIBAĞ YUNATÇILAR.o kadar tatlı sahipleri var ki.tadım yaparken hoş sohbetleriyle ne kadar içtiğinizi anlayamazsınız.ilk gelişimizde evet hiç birinden alamamıştık ama ÇAMLIBAĞ YUNATÇILAR sağolsun istanbul'a kadar yolluyorlar şarapları.fiyatlarıda makul.bazı markalar var Bozcaada'ya has.çok reklam vermiş.corvus,talay ve ataol gibi.onlarda şüphesiz iyidir.corvus biraz pahalı geldi bize.talay ve ataol'u hiç deneyemedim.çamlıbağcı oldum kısacası.zaten o kadar da bilinçli içtiğimiz söylenemez.bir kaç kıstasımız var onlara haiz olan şarap en iyi şaraptır.
Bozcaada gittikçe bozulan bir ivme halinde gözlemlediğim kadarıyla.o kendine münhasır sevimli pansiyonları,her geçen gün biraz daha verdiği hizmetin kat kat üstünde paralar isteyen mekanlara dönüştüğünü görüyorum.gittikçe sınıf değiştirdi ziyaretçiler.eskiden şöyleydi böyleydi diye ahkam kesemem.ne kadar ki geçmişim.ama ilk gittiğim günden bu güne kadar her sene gerek bağ bozumunda gerek sezon başlangıcında hep arar konaklama fiyatlarını öğrenirim.bir hesap kitap yaptığımızda 'yuh be amma da uyanıklar.bu senede para kazandırmayalım' diye karar alırız.

ada hayatı bazı zorluklarıda içinde barındırdığından biraz pahalı olabilir tabii ki.ama yakında berkecanlar,edanazlar falan ortada dolaşırsa şaşmam.

para varsa en azından tatil sürecinde 1-2 akşam yemeğini KORELİ'nin yerinde yemenizi tavsiye ederim.gerçi adada bayat balık bulmak zor ama en azından fiyatları sizi şaşırtmaz.
Güncesini yazdığım şu günlerde Bozcaada oldukça gerilerde kalmasına rağmen tadı hala damağımızda,ruhumuzda.bir kaç gezimizde olduğu gibi fotoğraf makinamız o zamanlar çok kötüydü ve bizde henüz hatıra fotoğrafı çekme anlayışı tam gelişmemişti.o yüzden gezi güncesini fotoğraflarla şenlendiremiyorum.
o zaman yakın zamanda keşke Bozcaada'ya gidebilsek de güzel fotoğraflarını çekebilsek diye dua ederek yazımı tamamlıyayım...

1 Temmuz 2006 Cumartesi

Fethiye Ölüdeniz Haziran 06

sadece gezi fotoğraflarına bakmak isteyenler için link: http://picasaweb.google.com/leylegihavadagorunce/Fethiye#
Fethiye her yönüyle görülmeye değer bir yer.zaten bu bölgeyi görmeyen deniz tatili konusunda çok da konuşmazsa kendi için iyi bir şey yapmış olur.ben bölgeye ilk defa gidiyorum.

bu bölgeden bahsederken,tatil köyü katologları gibi klişeleşmiş laflar edesi geliyor insanın.sanırım o kitapçıklardaki yazılar burayı gördükten sonra yazılmış ve yayılmış.



'aman şöyle güzel böyle güzel' diye özet geçeyim de gördüklerime geçeyim.

istanbul'dan geliyorsanız sonlara doğru orman yolları mutluluk veriyor.kaldığınız yerin hiç bir önemi yok.bu bölgeye geldiyseniz bari burada zincirlerinizi kırın ve lütfen çok ucuz pansiyonlarda kalın.çünkü etrafında gezilecek,görülecek o kadar çok güzellik,yapılacak o kadar çok faaliyet var ki 'para verdim,pansiyonumun yemeğini kaçırmayayım' derseniz yazık edersiniz.


açık yazacağım iki sokak geçince girebilecekleri dünya listelerine girmiş deniz dururken,pansiyonun bilmem kaç günde bir temizlenen havuzuna itibar edenleri görünce midem kalktı.gelme canım kardeşim sende gelme buralara.sen ne anlatacaksın eve dönünce.girdiğin havuzu mu?bu memlekette böyle çok insan var işte.bizim çevremizde de böyleleri var.kıramıyorlar zincirleri.tatil anlayışları gelişmemiş ama yaptıkları tatilin süper olduğunu sanıyorlar.

Türkiye'de tatile çıkma olayı çok yeni belki onun etkisi.yıllık izinlerinde memleketinde çiftçilik yapan insanlar birden deniz kenarındalar.sonrasında deniz kenarında yazlık denilen aslında kışın oturdukları evlerden farkı olmayan yerler almaya başladılar.kışlık evlerinde kullanmadıkları eşyaları sokuşturdukları,her gün yemek yap,cam sil temposuyla yaşanan,yetmezmiş gibi bir sürü beleşçi akraba,eş,dostunun akın ettiği,maddi anlamda ev sahibini göçerten sosyalleşme yerleriydi.ya yazlığınız vardı size sürekli misafir gelirdi yada yazlığı olan yakınınızın yazlığına giderdiniz.işte buralardan tanıştık deniz kum güneş ile.sonra çıstak çıstak bodrum vs. derken herşey dahil olayına geldi sıra ve yavaş yavaşda gerçek tatil anlayışına dönüşüyor mantıklar.

burada bir sürü faaliyet yapabilirsiniz.yamaç paraşütü vb. tehlikeli heyecan dolu aktivitelerden,tekne turlarına.jeep safariden tarihi yerlerin ziyaretine kadar.

Saklıkent'i görmeden dönerseniz 'Fethiye'ye gittim' demeyin.patara yöreye yakın denize girilecek alternatifler arasında.ölüdeniz zaten dünya listelerinde.kaputaş ancak meraklıların bildiği bir efsane.kaputaş çok eğlenceli.dik ve çok merdivenlerden inerken 'bu kadar merdiven inilecek ne var ki' diyorsunuz.ama indiğinizde hiç buradan çıkasınız gelmiyor.

kaş ve kalkan'da bölgeye çok yakın.sonra artık çok uygun fiyatlarla tekne turları var.nefis koyları görebilir denize girebilirsiniz.kelebekler vadisi 'artık ben burada yaşarım' dedirtecek size.

bu yazdıkalarımın heyecanlı aktiviteler kısmı hariç hepsini yaptık bir haftada yaptık biz.aracınız varsa daha da uzaklara gidebilirsiniz.ama birazda buraları yaşamak lazım.


yazıya hatrı sayılır güzel fotolar koyamıyorum.çünkü bu gezi sırasında ne güzel fotoğraf makinamız vardı ne de blog için çekilecek fotoğraf anlayışımız.olanlarla idare etmek lazım.

16 Ocak 2006 Pazartesi

Minik Avrupa Turu Bölüm-1 Budapeşte 06

sadece gezi fotoğraflarına bakmak isteyenler için link: http://picasaweb.google.com/leylegihavadagorunce/Budapeste#

işte bizde daha Türkiye'yi bitirmeden dışarıda neler varmış diyen bayram tatilcisi olduk.dönüşümüzde artık pek tercih etmeyeceğimiz standart tur firmalarıyla açılıyoruz yabancı ellere.tur firmaları öyle fabrikasyonlar ki utanmadan bahşişi bile peşinen alıyorlar.bir daha tövbe butik bir anlayışı olmayan o tarz tur firmalarıyla bir yere gitmeyiz.


ilk yurt dışı tecrübemizde de münferit gidip aksiliklerle karşılaşmak istemediğimizden,gazetelerin bayram turları saylarında bol bol reklamı çıkan,popüler firmalardan biriyle başladı serüvenimiz.

oldum olası böyle toplu yerlerde kendimize ilginç gelen karakterleri bulup,onların tavırları,sosyal yapılarını inceleriz.İstiklal caddesini Odakule'den meydana kadar yürürken birbirimize hiç bakmadığımızı sürekli insan suretlerini incelediğimizi ve yorum yaptığımızı keşfettik.anlatmamdan ayıp bir şey gibi gözüksede masum bir oyun diyebiliriz bu duruma.işte bu gezide de grupta böyle tipler renk kattılar bize.

Budapeşte bildiğimiz yerin aslında Buda ve Peşte diye iki şehirden oluştuğunu bilmek beni şaşırttı.bir sürü köprünün birbirine bağladığı şehirde ocak ayı olmasından dolayı puslu bir hava vardı.

sonradan tüm Avrupa'da olduğuna inandığımız geniş meydanları,katedralleri ve mimari anlayışlarıyla ilk dakikalarda bizi büyüledi.budapeştede 1,5 gün kaldık.











ilk gece BORKATAKOMBA RESTORANT'da folklorik bir gece yaşadık.gittiğimiz BORKATAKOMBA RESTORANT'ın bizde ayrı bir yeri var.yıllar evvel tv'de çok gezen ablaların sunduğu bir programda çıkmıştı.abla buraya gidip aynı bizim gibi eğlenmiş bizde ağzımızın suyunu akıta akıta seyretmiştik.o zamanlar bırakınız Avrupa'ya gitmeyi Bodrum'a gidebilecek paramız yoktu.bu gece için ekstra 45 euro bayıldık.verdiğimiz para aldığımız hizmet için değilde bir hayalin gerçekleşmesinden dolayı deydi diye değerlendirebiliriz.yoksa 45 euroluk ne yemek ne de içki vardı.gideceklere tavsiyem tur firmalarının ekstralarına kanmayın.böyle şehirler o kadar düzenli oluyorlar ki kendinizde gitmeden evvel yapacağınız ufak bir araştırmayla böyle yerlere yarı fiyatına gidebilirsiniz.ilk günün acemiliğiyle verdik diyelim.

Budapeşte'de her yer sanat kokuyor.halkın ortalama yaşı sonradan tüm Avrupa içinde söylendiği gibi yüksek.kapitalizmle 80'li yıllara kadar savaşan ülkede,sürekli yeni yeni binalar yapılan yurdumdan sonra yüz yıllık binaları çokça görmek beni çok etkiledi.şehir bana bi şeyler kattı.

burada pazartesi bulunmamızdan dolayı tüm müzeler kapalı.iş günü münasebetiyle biraz tenha sokaklarında turladık.

Galler tepesi,Kahramanlar meydanı,Zincirli ve Elizabet köprüsü aklımda kalan gezme yerleri.hava soğuktu cebimizde kanyakla her yere girip çıktık.günlerden pazartesinin etkisi olsa gerek pub'lar boş ve sakindi.





parlemento binası olduğunu söylemeseler anlayamayacağımız bir yapının avlusunda elimizi kolumuzu sallayarak dolaşmamız bizi şaşırttı.

anladım ki Türkiye dışına çıkınca sadece gördüğümüz güzellikler değil sosyal yapıda bize garip gelecek.

yabancı yalakası olmak istemem ve hep buna da kızmışımdır.çok klasik olacak biliyorum ama evet kardeşlerim ayağınızı kaldırımdan aşağıya atmanızla birlikte arabalar duruyor size yol veriyor.evet arkadaşlar hekes bir birinin hakkına saygı gösteriyor.ve evet canlarım insanlar çevresine duyarlı,kirletmiyorlar ve gereksiz yere poşet kullanmıyorlar.bunlar gibi aramızdaki farklar konusunda çok şey söylemek mümkün ama kesin 'yakala' damgası yerim diye susuyorum.

dünyanın en büyük şarap fıçısından şarap içtim.ilk defa bir mahsen ve haliyle ilk defa bu kadar büyük bir fıçı gördüm.rutubet ve hoş şarap kokusu hala burnumda.

otelcilik anlayışları çok kötü.yıldızlı otelleri bile o kadar yıpranmış ki bir ara kırık kapısı falan üzerimize kalacak dedik.kahvaltıda ise zavallı Türkler can çekişiyor.bir peynire bir zeytine hasret geçti tüm gezimiz.eğer bizim gibi domuz etine dikakt etme durumunuz varsa bu sefer sizi başka bir macera bekliyor o da sipariş ettiğiniz dana etlerinin pişmiş ve tuzlu olarak gelmesini sağlamak.uygun fiyata dana biftek bulup sipariş ediyorsunuz ama az pişmiş ve üzerinde tatlı sosla size geliyor.siz ise yabancısı olduğunuz bu şehirde sağır,dilsiz gibi kalakalıyorsunuz.

budapeşte güzeldi.burası için ayrılan süre kısaydı.bir daha gelir miyim?listemdeki gidilecek yerleri azalttığımda daha uzun süreli elbette gelirim.

Budapeşte'den Viyanaya 4 saat otobüs yolculuğuyla vardık...
Viyana gezi güncesinden Viyana günelerimizi takip edebilirsiniz.

Minik Avrupa Turu Bölüm-2 Viyana 06

sadece gezi fotoğraflarına bakmak isteyenler için link:
http://picasaweb.google.com/leylegihavadagorunce/Viyana#

Budapeşte'den Viyana'ya otobüs ile geçerken ocak ayında,gündüz vakti bile -3,-5 olan hava sıcaklığında,her yerin kar olupda yolların bu kadar açık,bakımlı olması ilk dikkatimizi çeken şey oldu.otobüste herkes 'bizim milletimizin neyi eksik be kardeşim.demek ki isteyince oluyormuş' diye serzenişte bulundu.haklılardı. yıllarca yurt dışını gözümüzde büyüttüler bizim.hep ulaşılamaz refahını gurbetçi hemşehrilerimizden ağzımız açık dinledik.'ama orası avrupa' diye hep kaderimizi kabullendik.sanki marstan bahsediyoruz.Türkiye'de sosyal haklar ve özgürlükler adına hep hakkımızı yiyorlar.insanlar birbirlerine bile devletin kendilerine davrandığı gibi saygısız davranıyor.ben bu turda anladım ki bahsettiğim konulardan ötürü biz 1-2 yüzyıl gerideyiz.

Viyana Budapeşte'den daha sanat kokan şehir.müzeleri,sokak sanatçıları,mimarisinden etkilenmemek imkansız.Viyana gittiğimiz yerlerde en çok Türk'ün yaşadığı şehir aynı zamanda.elini sallasan Türk'e çarpıyor.hatta 'Bayramınız Kutlu Olsun' diye yazmış çoğu mağaza.

Pastalarıyla ünlü Viyanada aradığımız 19.yy'dan kalma freud ve troçki gibi isimleri müdavim yapmış CAFE GRIENSTEIDL'i bulduk.pastalar gerçekten de tablo gibi.işte zamanın entel abileri ablalarının takıldığı bu eski pastanede verdiğimiz biraz yüksek para bize hiç dokunmadı.bu tarz eski,ünlü yerlere verebildiğimiz paralar bizi sıkıntıya sokmaz.

Mozart bilindiği üzere Viyana'nın ünlü sanatçılarından en bilineni.bu yılda Mozart yılı ilan edildiğinden her yerde resimleri bulunan objelere rastlıyoruz.çikolatadan,bardağa kadar Mozart iliklerinize işliyor.bizim gibi klasik müziğe önyargılı olan toplumlar için sempati oluşturacak,merak uyandıracak kadar vurgulanıyor.vurgulansında zaten.


dünyanın en büyük diye atsam tutar mı bilmiyorum ama kocaman bir orgu bulunan AUGUSTINE KİLİSESİ'ni gezdik.ismini şaşırmamışımdır umarım.gerçekten ne kadar ufak olduğunuzu hissedip 'mum yaksam bu günah dolu ruhumu azıcık temizleyebilir miyim?' diye istemsizce bir eyleme geçebilirsiniz.







Viyana'da BELVEDERE SARAYI önünde buz tutmuş havuzuyla harika gözüküyor.biz rehberden yana çok şanssızdık.allahtan daha evvel buralara gelmiş arkadaşalarımız vardı gruptanda biraz olsun bir şeyler öğrenebildik.

güzel sanatlar müzesini gezdik.başka müzeleride gezmek isterdim ama müzeler pek de ucuz değildi.biraz şehir turu yapıp biraz alış veriş yaptık.


akşam GRINZIG MEYHANELERİ programı vardı.ekstra.başımıza gelecekleri bile bile yine katıldık.çünkü böyle bir geceyi münferit yaşamamızın imkanı yoktu.gündüz ki kadar cesaretimiz olmadı gece.kısacası yine bayıldık 45'er euro.gezimiz ise tahmin ettiğimiz gibi 2.sınıf geçti.neyse ki bizim gibi verdiği paranın karşılığını alamadığının farkında olan insanlarla beraberdikte başımıza geleni bol bol malzeme yapıp aramızda eğlendik.tüm gece fıçılar dolusu ev yapımı şarap içipte içimizden birinin bile sarhoş olmaması çok komikti.

bize bu ekstralarıyla kabus yaşatan tur firması ise PRONTO TUR'dur.sanırım yoğunluktan rehberlikle alakası olmayan bir arkadaşla anlaşmışlar.bizde kurban olduk işte.

Viyana'ya bir daha gelir miyim?Viyanaya hayır bir daha gelmem.ama methini çok duyduğum Viyana yakınlarındaki SALZBURG şehrine mutlaka gideceğiz.

Viyana'dan Prag'a 4 saat otobüs yolculuğla vardık....

Prag gezi güncesinden başımıza gelenleri takip edebilirsiniz.

Minik Avrupa Turu Bölüm-3 Prag 06


sadece gezi fotoğraflarına bakmak isteyenler için link: http://picasaweb.google.com/leylegihavadagorunce/Prag#
Avusturya'dan Çek Cumhuriyeti'ne geçerken sınırda bulunan termometreye baktığımda -30 gösteriyordu.'yok ya -30 da insan ölür' diye düşündük.herkes birbirine gösterdi ve termometrenin doğru olduğuna karar verdik.kimde ne kadar kanyak varsa paylaşıp ısınmaya karar verdik.hava sıcaklığı ne kadar düşükse nem o kadar az oluyor ve donanımınız tam ise üşümüyorsunuz.gerisi piskolojik.

Viyana Prag arasında 4 saatlik otobüs yolculuğu yaptık.daha önce şehirde kar veya buza rastlamamıştık.prag bize karlar altında merhaba dedi.belkide bizi büyüleyen şey de bu oldu.

girdiğiniz dükkanlarda yada ortamlarda gürül gürül soba yanmasını beklerken sanırım binaların duvarlarının kalın olmasıdan dolayı bir minik soba yeterli oluyor.



burada gezilecek çok yer var.edindiğimiz arkadaşlarla bir akşam caz dinlemeye,bir akşam 400 yıllık meyhaneye gitmeye karar verdik.kutna hora'ya bir gün ayırdık.artık akıllanmış kazıkçı PRONTO TUR'un ekstralarına paraları kaptırmamaya karar vermiştik.zaten 180 euro çoktan uçmuştu bizden PRONTO'ya.grupta almanca ve ingilizce bilenler vardı.biri olmazsa biri diye gözümüzü kararttık Prag'da.


şehir tek kelimeyle mükemmel.KARL KÖPRÜSÜ'nden işimiz olsun olmasın her fırsatta geçtik.çok romantik bir şehir Prag.hitler bombalamaya kıyamamış diye söylenti var.başka bir söylentide Prag halkının savaşmayı hiç sevmediğinden hemen teslim olduğuyla ilgili.gerçekten bu şehri yok etmeye kıyamaz insan.

eski şehir ve yeni şehir diye ikiye ayrılmış.yahudi mahallesi olduğunu seyrettiğim filmlerdeki mahallelere benzerlediğinden anladığımız çok sakin,soluk bir sokağı hemen meydanın arkasında.şehrin düzeni,ulaşımı falan yıllardan beri biz Türklere anlatılan mükemmellikte.
artık kilise katedral gezmekten bıkmış olduğumuzu artık şehri yaşamak istediğimizi oylamayla kararlaştırdık.ucuz yemek yerlerinin meydanlardan uzaklaştıkça başladığını keşfettik.

şehir meydanında neden yapıldığı kimse tarafından bilinmeyen ASTROLOJİK SAAT var.saat başı içinde dönen figürleri olan bir atraksiyona sahip.herkes her saat başı merakla başına toplanıp bakıyor.bizde tabii ki.eğer saat başlarında yanındaysak mutlaka bu ana şahitlik ediyoruz.


Prag kalesinde Çek askerlerin törenini seyrettik.
Şehir bizim 80'li yıllarımızı yaşıyor ama şehircilik anlayışları bizim 100 yıl ilerimizde.sokaklarda ulu orta döviz alıp satıyorlar.her an her yerde kazık yiyebilirsiniz.yan kesicilere dikkat edin diye uyarı aldık.
bata Çek markasıymış ve ne güzel ki indirimdeydi.zıpladık tabii ki bizde.mağazada tezgahtar teyzeler dikkatimi çekti.genel olarak şehirde hizmet sektöründe yaş ayrımı yok.yaşı ilerlemiş annem yaşında teyzeler gayette güzel tezgahtarlık yapıyorlar.bizde olsa illa genç kız olacak,illa fiziği düzgün olacak derler.yaşı ilerlemiş tezgahtarlar bizde ne oluyor acaba.mağazaların bodrumunda saklanıyor sanırım.

bir gün boyunca arkadaşarımızla soğukta şehri yürüyerek dolaştık.KAFKA caddesinde kesemize uygun bir rotayı gezmek için bilet aldık.beni kafta pek tatmin etmedi.belki hayranı olmadığımdan.

FRED VE GINGER binasını şehrin diğer ucunda arayıp bulduk.
barok tarzın modern mimarisi gibi tumturaklı laflara benim için hiç gerek yok.binanın ünlü dans yıldızları Fred Astaire ve Ginger Rogers'ı simgelediğini ve dans eden figüre sahip olduğunu bilmem yetti.bence çok romantik bir bina.bu ünlü abi ve ablanın isimlerini hayatımda ilk defa duysamda İstanbul'a gelip google'dan isimlerini arayana kadar kafamdan hep senaryolar uydurdum.

bir akşam planladığımız gibi caz bar'a gittik.öğrenciyiz diyip biraz ucuza harika bir grubu dinledik.çek biralarınıda mideye indirdik.çek birasını beğendim ben.

bir akşamda yine uzun uğraşlar sonunda 400 yıllık adını unuttuğum bir meyhaneye gittik.oraya gittiğimiz arkadaşlardan bu yazıyı okuyan varsa yada Prag'a gidipte şehrin uzaklarında çok yüksek tavanlı eski bir meyhaneye gitmiş olan varsa lütfen adını bana iletsin.zira günlerden beri adını hatırlamaya çalışmaktan telef oldum.
meyhane çok güzeldi.son metroyu kaçırmamak için biraz acele bir kaç bira içip ayrılmak zorunda kaldık.
Prag kukla memleketi.her yerde kukla mağazaları var.ama el yakan cinsten fiyatları var.yiğenlere ufak tefek bi şeyler almaya çalıştık.bir gün akşamımızı da alış veriş için ayırdık.H&M mağazasının indirimini yakalayıp bir kaç mont,şapka vs. kapabildik.

bir günümüzüde KUTNA HORA'ya ayırmıştık.bu mini turda PRONTO TUR'un 45 euro'luk ekstra turlarındı.ama kafaya koyup 4 arkadaş münferit gidelim dedik.buralara gelince Prag'dan,Karl köprüsünden uzaklaşmayı başarabilirseniz Kutna hora ve toplama kampları gezebileceğiniz yerlerden.bizim bir gün ve bir yer şansımız vardı ve kutna hora'ya oy birliğiyle karar verdik.


Çek halkı çok az ingilizce biliyor.almanca bilenler var aralarında.herşeyi göze aldık.ufak araştırmalar soncunda otobüs ile şehrin karlı yollarında yol almaya başladık.etrafımıza o kadar ürkek bakıyorduk ki.Çekler yardım etmek istiyor ama ne bizi anlıyorlar ne de biz onları anlayabiliyorduk.
bu yolculuğumuz benim hayatımda yaptığım en güzel yolculuklardan biri oldu.küçük kasabalardan geçerken yol hariç her taraf karlıydı.ilk başlarda içimizde ülkemizde kar yağdığında insanların başına gelen olaylardan dolayı endişe vardı.sonra her kasabada ellerinde batonlarıyla doğa yürüyüşüne çıkan yaşı bir hayli ilerde olan amca ve teyzeleri görünce çok rahatladık.böyle yaşlanmak istedim.sanki arabaya 20'ye yakın tonton değilde lise talebeleri binmişti.o kadar neşeliydiler ki ister istemez yurdumuzdaki yaşıtlarıyla kıyasladık ve hüzünlendik.
yaklaşık 70 km. süren yolculumuz KUTNA HORA'da son buldu.buraya geliş sebebimiz kemik kilisesi.nedir bu kemik kilisesi diye yorumlar yaparken kasabanın ne kadar şirin ve tenha olduğunu fark ettik.sanki korku filmlerinde evlere oranla az nüfusun yaşadığı,seyrek insanların olduğu terk edilmiş bir kasabaydı.hani kahraman çıkmak,kaçmak isterde bir türlü çıkış yoktur.kemik falan diyince böyle senaryolar hep aklımızdaydı.
kilisenin içi gerçekden de kemiklerle dekore edilmişti.1281 yılında bir pederin giderek piskopatlaşıp insanları buraya gömmesiyle başlayan davası veba,savaş gibi olaylardan ölenlere yer açmak için gömdüklerinden obje yapmaya başlamasıyla doruğa erişmiş.tabii ki sağlıksız akılların ürünleri.her ne kadar bizim milliyetçi rehberlerimiz yok Türkler'den korkmuşlar yada Türk düşmanları gibi şeyleri bastıra bastıra anlatsa da kimin kime zulm ettiğini anlamak o kadar kolay değil bence.oldum olası böyle söylemlere inanmamışımdır.

kilisede Türk'lerle ilgili sadece bir bölüm var o da Türk'lere gıcık bir ailenin Türk'lerle savaşından galip çıkması üzerine kemiklerden kendi armalarını yapması,üzerine karga ve kuru kafa kemikleri koyup,karganın kurukafanın gözünü oyuyormuş gibi yaptırmaları.kurukafa türkler karga da bildiğiniz karga işte.bunu amma da büyüttüler.zaman zaman Türk düşmanlığı diye gelen maillerde bu resimleri görüyorum ve maillerde sanki hepsi Türk kemikleriymiş gibi anlatıyorlar.okuyanlarında milliyetçi damarları kabarıyor tabii ki.
şu bir gerçek ki KUTNA HORA gümüş madenlerinin tükenmesinden sonra en büyük gelirini bu kilisenin turizm gelirinden elde ediyorlar.Türk'lerde geliyor para veriyor sonra atalarına yapılanları düşünüp küfür ede ede gidiyorlar.şaka değil Kutna hora avrupanın gümüş üretiminin üçte birini yapıyormuş.o yüzden madenlerde ölenlerde bu kilise için baya bir malzeme olmuş gibi gözüküyor.
Kutna hora'da karnımız o kadar acıktı ki terk edilmiş diye düşündüğümüz yerde acaba açık yemek yemek için bir yer bulabilir miyiz diye telaşa düştük.o kadar şirin misafir perver bir yerde yemek yedik ki.'S' harflarini ıslıkla çıkartan şef garsonunun nezaketi ve şöminedeki ateş bizi mayıştırcıkça mayıştırdı.acaba gerçekten başımıza bi şey gelecek mi yoksa buralarda telef olan son Türk biz mi olacağız diye çok teorilerde bulunduk.yok şef garson bizi gerçekten öldürmedi ve o kadar yardımcı oldu ki bize taksi bile çağırdı.hatta istasyona kadar tutacak taksi fiyatını söyledi.fazla alırsa aynı taksiyle geri gelin ben şöförle konuşacağım dedi.'şöför ile şef garson bizi kıtır kıtır doğrar' sahneleri gözümün önündeydi.
yemek sonrasında bize hazmı kolaylaştırdığı için burada herkes tarafından tüketilen ve turistlerin almadan dönmediği BECHEROVKA içkilerinden ikram etti.BECHEROVKA likör tadında,karanfil ve tarçının baskın olduğu bir içecek.son gün Prag'daki en ucuz BECHEROVKA'yı ve diğer içkileri APCENT'ı bulmak için mücadele verdik.fiyatlar gayet oynak bu şehirde.APCENT'ın içine eskiden pelinotu koyarlarmış.pelinotu halüsülasyon görmenizi ve çeşitli delilikler yapmanıza sebep olurmuş.%70 alkol varmış zaten.yani ispirtonun ilerlemiş hali.şimdilerde bu pelinotu yasak.haliyle APCENT'larda çok masum olmuşlar.ünlü olmasının diğer sebebide Van Gogh, Picasso ve Hemingway gibi ünlü tiryakileri varmış.hatta Van Gogh'un APCENT içitikten sonra kulağını kestiği söylentisi var.şimdi çekler bu içkilerindende oldukça iyi para kazanıyorlar.
KUTNA HORA'dan trenle dönme kararımız çok yerinde olmuş.ben küçüklüğümden beri böyle yolcu trenine binmemiştim.tren hareketinden bir süre sonra koca kalçalı kondüktör abla gelip biletlerimizi işaretledi.bir kaç soru soralım dedik ama sempatik bakışlarıyla süreki başını sallayıp bize pek güven vermedi.
tren yolculuğu çok büyülüydü.ne kadarda çabuk bitti.sağımıza solumuza bakarken Prag'a gelmişiz hatta biz bunu anlamamışız bile.biz yeni yolcu alacaklar diye bekliyoruz ama tren Prag'da yeni yolcular alıp ya ilerleyecek yada geri dönecek olduğunu trenin boşalmasından anladık.aceleyle atladık trenden.o kadar ekonomik ve o kadar güzel bir yolculuk yaptık ki gün hala bitmemişti bizim için.biraz daha alışveriş yaptık.
ertesi gün akşam saatlerinde İstanbul'a geri döndük.mini Avrupa turumuzda cebimizdeki son kuruşda bitmişti.
büyülü Prag,romantik Prag,karlı Prag,aşk kokan Prag.yıllar sonra 'Var Olamanın Dayanılmaz Hafifliğini' seyrettim.sahnelerinde gezdiğimiz yerleri bulmaya çalıştım.filmde çok romantikti bana göre.iki kez seyrettim ve hep hüzünlendim.ilgilenenlere tavsiye ederim.
gezimizde tanıştığımız,birbirimizi tanımamamıza rağmen bir çok maceraya atıldığımız ve sonra bir daha görüşemediğimiz arkadaşlarımızı zaman zaman anar mutlu oluruz.bu kadar kafa dengi yol arkadaşı her zaman nasip olmaz.
Prag'a tekrar gidermiyiz?şaşırdınız mı elbetteki seve seve gideriz
son olarak fotoğrafların kallitesinin kötülüğü ve çeşitliliğinin azlığı için kusura bakmayın.anlayacağınız gibi gezi tozu işlerinde o yıllarda acemiydik.telafi etmek en kısa zamanda mümkün olur umarım.