5 Ekim 2009 Pazartesi

İstanbul'da Paralel İki Rotanın 1.si


İstanbul'dan uzaklaşamadığımız zamanlar genelde paramızında olmadığı zamanlardır.işte bu haftasonlarında izlediğimiz birbirine paralel keyifli iki rota vardır.

arabayı bırakmak için ilk önce Sultanahmet ara sokaklarını deneriz.beleş park dediğimiz bu yöntemden eğer öğleden önceyse genelde netice alırız.ama iki sabırlı turdan sonra baktık ara sokaklar bize müsade etmedi o zaman Sultanahmet camiisinin arkasında bulunan trafik vakfının otoparkına bırakırız.tüm gün 6 lira.

ufak bir Sultanahmet turundan sonra ya Topkapı sarayının girişindeki cafede yada Caferağa medresesinde çay molamız muhakkak vardır.iki mekanda açıkhavada süper olur.oldum olası böyle yerlere oturup gelip geçene bakıp sohbet etmeyi sevmişizdir.

sonra tercih zamanı kısa tur uzun tur.hangisini seçersek seçelim diğerini mutlaka diğer haftasonu yapmaya çalışırız.turların özelliği yürüyerek yapılmasıdır.çok çok yorgunluk olmadığı yada vaktin yetmediği zamanlar dışında tramvay veya başka bir araç kullanmayız.

küçük tur çemberlitaş,beyazıt,sahaflar,süleymaniyedeki kurufasülyecilere vakit varsa tahtakaleye kadar uzanır.

parasız kaldığımız haftasonlarının dışında da her kışın bitminde bu turu özellikle yapmaya çalışırız.

sahaflarda hani merdiven başına oturmuş çeşitli derecelerde gözlük satan amcalar vardır ya işte onların tezgahını hiç atlamam.ilginç,komik,antin kuntin,eski kırık leblebi amcaları hatırlatan gözlük falan varsa mutlaka alırım.bu kadar saçma sapan işleri yapacak günlerin gelmesi için sabırsızlandığım bile olur.kim ne satıyor,değersiz geçmişi hatırlatan,arkadaşlara gösterdiğimizde eğlenebileceğimiz objeleri takip etmeye çalışırım.bir obje bir gecede 10-12 kişiyi yarım saat güldürse benim için zenginliktir.bunları biriktirmeyi de severim.bunlar beni neşelendirir.böyle manyak bi hal içindeyimdir.

sahaflardaki diğer etkinliğimizde sahlep alıp ayakkabı boyacısı tonton amcaya botlarımızı boyatmaktır.bu bize epeyce vakit kazandırır.amcanın verdiği terlikleri giyip orta çiçekliğin taşına oturup gelen geçene,kitaplara bakarız.bazen amca ile de sohbet ederiz.zavallı postallarımızda yılda bir iki bakım görmüş olur.

karnımız acıkmışsa demek isterdim ama genelde acıkmasak bile Süleymaniye camiisine doğru otomatik yürüyüşe geçeriz.üniversite duvarından içeriye göz atabileceğimiz yerler varsa erik çalacak çocuklar gibi içeri bakarız.sonra 'allahımızın bahçesi bu kadar zahmete niye giriyoruz ki' diye kendimize güleriz.


Süleymaniye'de ödül bekler bizi.önceleri Erzincanlı Ali Baba idi mekanımız.ama kuru fasülyecilerin sol başında bulunan KANAAT LOKANTASI ilk denememizde on puan aldı.burada hizmet çok samimidir.dışarıdan turistik bi yapısı var gibi gözükse de aslında esnaf lokantası zihniyeti vardır.kuru fasülyesi benim sevdiğim usüldendir.yani erzincan usulü.yağı azdır.rize usulü bana biraz yağlı gelmiştir hep.az pilav bol kuru arkasından da dillere destan kabak tatlısı klasik menümüz olsa da kanaat lokantasının et yemekleride harikadır.iki kişi maksimum 30-35 liraya karnınızı tıka basa doyurabileceğiniz,popüler tiplerden uzak,açık hava yerlerdendir.ramazan ayında yer bulmak imkansız ama her türlü zorluğa katlanılıp bir kere o atmosferi yaşamanızı tavsiye ederim.

eğer vakit varsa mercan yokuşu,kapalı çarşı ya doğru hafif yürüyüşe geçeriz.kim ne satıyo,ona bak buna bak vakit geçer gider.vakit yoksa yine hafif yürüyüşle geldiğimiz istikametden geri döneriz.bu dönüş yolunda karşımıza çıkan Çemberlitaş Hamamını ne zaman görsek hiç gitmemişliğin ezikliğiyle geleneksel lafımızı ederiz.'bir gün de mutlaka bu hamama gelelim' ...



not:eksik fotoğraflar ilk fırsatta yazıya eklenmeli hata telafi edilmeli

2 yorum:

Adsız dedi ki...

nutellayı gördüğüm an bittim. ne güzel geziymiş o öyle :D

kerwane dedi ki...

katılımcı sayısı yüksek olduğundan kimseye gidiyoruz haydi gelin diyemedik.ama seni de ilk fırsatta aramızda görmek isteriz